27 Şubat 2014 Perşembe

Oto Yedek Parça


Günümüzde teknolojinin baş döndürücü ilerlemesi tüm hızıyla devam emektedir. Bir yandan yeni şeyler ortaya çıkarken diğer yandan da mevcut olanlar kullanılmaya devam etmektedir. Kullanılan mevcut şeyler zamanla eskiyerek işlevini yerine getirememektedir. Ya da tam tıkırında çalışırken herhangi bir sebeple arızalanarak çalışamaz hale gelmektedir. Bu tür durumlarda yedek parça kavramı ortaya çıkmaktadır. Özellikle elektronik ve otomotiv sektöründe çok sık karşılaşılan bu kavram için çok sayıda iş yeri bulunmaktadır. Otomotiv sektöründe çok büyük öneme sahip olan yedek parça konusunda çok sayıda firma hizmet vermektedir. Bu firmalardan bazıları sanayi bölgelerinde hizmet verirken bazıları da teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak hizmet vermektedir. İnternet üzerinden hizmetlerini ve oto yedek parçalarını tanıtarak müşterilerine 7/24 hizmet vermektedir. Bu sitelerden birisi olan www.aloparca.com oto yedek parça sektöründe hızlı yükselişine devam etmektedir. Sitede yedek parça konusunda ihtiyaç sahiplerine her türlü konuda yardımcı olunmaktadır. Özellikle Fiat yedek parçaları ile ilgili her türlü malzemeyi rahatlıkla bulabilirsiniz. Site içerisinde Fiat etiketiyle piyasaya sürülen Albea, Brava, Doblo, Ducato, Fiorino gibi tüm modellerin yedek parçalarına ulaşabilirsiniz. Sitede yer alan Fiat yedek parçaları ve diğer tüm parçaları uygun fiyatlardan bulabilirsiniz. Sitede en son çıkan ürünler en uygun fiyatlardan satılmaktadır. Zaman zaman düzenlenen kampanyalarla piyasanın çok daha altında yedek parça satışları yapılmaktadır. Bu konuda ihtiyacı olan kimseler keselerine en uygun yedek parçaları en uygun fiyatlardan satın alabilir.

25 Ocak 2014 Cumartesi

Tarih Öncesi ve Tarihi Çağlar, Dönemler, Uygarlıklar

1 – PALEOLİTİK: Eski ya da Yontma Taş Çağı. M.Ö. 600000 – 10000. Avcılık ve toplayıcılık çağı. Kendi içinde de üç bölüme ayrılır: Alt P., Orta P., Üst P.. Alet olarak taştan tek ya da iki taraflı el baltası, uzun yaprak biçiminde bıçaklar kullanılmıştır. Kemikten iğneler, mızrak uçları da görülmektedir. En büyük aşama ise iki çakmak taşının birbirine sürtülmesiyle meydana gelen ateşin keşfidir. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaraları bu çağın sonlarında kullanılmıştır.



2 – MEZOLİTİK: Orta Taş Çağı. M.Ö. 10000 – 8000. Paleolitik ve Neolitik arası bir geçiş dönemidir. Taştan aletler daha çeşitlidir. Köpek ilk evcil hayvan olarak görülür. Gıda birikimine de başlanır. Mağara resimleriyle ilk resim sanatı yaratılmıştır. Önemli bazı merkezler Samsun Tekeköy, Karain, Beldibi’dir.



3 – NEOLİTİK: Cilalı Taş Çağı. M.Ö. 8000 – 5500. İlk üretime geçiş başlar. Silahlar biraz daha keskin ve gelişmiştir. Öküz, keçi, koyun gibi hayvanlar ehlileştirilmiştir. İlk yerleşik hayat başlamıştır. Kap kacak yapımı başlamıştır. Şişman olarak yapılan kadın heykelcikleri, doğurucu ve bereketin simgesi olarak kabul edilen tanrıça heykelcikleri de bu dönemde görülür. Önemli merkezler Çatalhöyük, Hacılar, Yümüktepe, Gözlükule, Sakçagözü’dür.



4 – KALKOLİTİK: Taş ve Maden Çağı. M.Ö. 5500 – 3000. Üç dönem gösterir: Erken Kalkolitik (M.Ö. 5500 – 4500), Orta Kalkolitik (4500 – 4000), Geç Kalkolitik (M.Ö. 4000 – 3000).

İlk bakır aletlerin ortaya çıktığı dönem. Taş aletler devam etmektedir. Önemli merkezlerden bazıları Hacılar, Beyce Sultan, Büyük Göllücek, Pazarlı, Yazırhöyük, Kuruçay, Norşuntepe, Fikirtepe, Değirmentepe’dir.



5 – Tunç Çağı: M.Ö. 3000 – 1200. Bakırla kalayın karışından oluşan ve döneme adını veren tunç bu dönemde alet ve kap yapımında kullanılmıştır. Mezopotamya’da ve Mısır’da tunçtan eserlerin yapılmaya başlandığı sıralarda (M.Ö. 4 bin sonu) yazı keşfedilmiş olduğundan bu ülkeler için Tunç Çağı deyimi yerine yazılı belgelerden elde edilen kronoloji ve sınıflandırmalar kullanılır. Anadolu, Hellas (Yunanistan) ve Avrupa için Tunç Çağı deyimi geçerlidir. Tunç Çağı Anadolu’da M.Ö. 3000, Girit, Ege ve Hellas’da M.Ö. 2800 – 2000, Avrupa’da ise M.Ö. 2000 yıllarında başlar. Anadolu’da Tunç Çağı üç evre gösterir.

Erken Tunç Çağı: M.Ö. 3000- 2500. Tunç aletler çok yaygın değildir.

Orta Tunç Çağı: 2500 – 2000. Bu dönemde tunç eserler bir bolluğa ulaşmıştır. En büyük aşama çömlekçi çarkının icadıdır. Anadolu bu dönemde şehircilik, mimarlık, heykeltıraşlık ve çömlekçilikte önemli merkezlerden biri durumundaydı.

Geç Tunç Çağı: M.Ö. 2000 – 1200.

Tunç Çağının Anadolu’daki önemli merkezleri olarak Kültepe, Horoztepe, Polatlı, Etiyokuşu, Ahlatlıbel, Tilkitepe, Alacahöyük, Boğazköy, Alişar, Dündartepe, Mahmatlar ve Eski Yapar sayılabilir.

Bu çağda Anadolu’da küçük şehir beyliklerinin kurulduğu ve bu şehirlerin surlarla çevrildiği yapılan kazılarla anlaşılmıştır. Surlarla çevrili olan bu şehirlerin sıkışık yapılardan meydana geldiği görülmektedir. Genellikle taş temelli, kerpiç duvarlı evler dörtgen ya da gayri muntazam dikdörtgen odalı olup bu odalarda ocak, fırın ve sedir de vardır.bu çağda çanak çömlek elde yapılmış, tek renkli ve pek azı boya ile süslenmiştir. Boyalı kaplar daha çok kırmızı ve açık zemin üzerine koyu renklerle süslüdür. Gerek kazıma ve gerekse boya ile süslü kaplarda motifler geometriktir. Çanak çömleğin ana tipleri gaga ağızlı testiler, üç ayaklı gaga veya yuvarlak ağızlı testiler, emzikli çaydanlıklar, siyah perdahlı üzeri yiv ve kabartmalarla geometrik süslü geniş karınlı çömlekler, tek kulplu kase ve fincanlar, çift kulplu vazolar, insan yüzlü testilerdir.



6 – MİNOS UYGARLIĞI: Girit’te Tunç Çağında gelişir ve şu evreleri izler:

Erken Minos M.Ö. 2800 – 2000

EM 1 M.Ö. 2800 – 2500

EM 2 M.Ö. 2500 – 2200

EM 3 M.Ö. 2200 – 2000

Orta Minos M.Ö. 2000 – 1550

OM 1 M.Ö. 2000 – 1900

OM 2 M.Ö. 1900 – 1700

OM 3 M.Ö. 1700 – 1550

Geç Minos M.Ö. 1550 – 1050

GM 1a M.Ö. 1550 – 1500

GM 1b M.Ö. 1500 – 1450

GM 2 M.Ö. 1450 – 1400

GM 3 M.Ö. 1400 – 1050

GM 3a M.Ö. 1400 – 1300

GM 3b M.Ö. 1300 – 1200

GM 3c M.Ö. 1200 – 1050

Protohistorik Dönem M.Ö. 2500 – 1750



7 – HATTİ UYGARLIĞI: M.Ö. 2500 – 2000. Hattiler Anadolu’nun yerli halkıdır. Hatti Ülkesi Anadolu’nun bugüne kadar bilinen en eski adıdır. Kaniş, Hattuş, Zalpa, Alacahöyük, Horoztepe, Mahmatlar gibi önemli merkezleri bulunmaktaydı. Bu dönemde görülen eserlerde özellikle bezeme yönünden belirli ve özgün bir stil birliği egemendir. Bu stil birliği en belirgin olarak güneş kursları ve hayvan heykelciklerinde görülmektedir.



7a – BEYLİKLER DÖNEMİ: M.Ö. 1900 – 1700. Anadolu’nun ilk tarih çağına girmesine yol açan dönem. Bu dönemin sanatı Hatti sürecine bağlı olmakla birlikte yine de yeni bir sanat anlayışının ürünüdür. Çok renkli keramikler bu dönemin özelliğidir.

8 – ASUR TİCARET KOLONİLERİ ÇAĞI: M.Ö. 2000 – 1800. Bu çağın sanatında heykel, kabartma veya kaya anıtları gibi büyük boy eserler henüz yoktur. Çağın sanatını daha çok silindir ve damga mühürler, insan ve hayvan heykelcikleri, hayvan biçiminde içki kapları temsil etmektedir. Bu çağda Mezopotamya etkisi de görülmektedir. Çanak çömlek bu çağda büyük bir gelişme göstermiştir. Tek renkli kaplar perdahlı ve ayna gibi parlak astarlıdır. Perdahlama ile madeni bir görünüş kazanmışlardır. Boyalı çanak çömleğin krem zemini kırmızı, kahverengi ve siyah geometrik motiflerle bezenmiştir. Bunlar arasında dalgalı şeritler, su kuşu motifleri önemli yer tutar. Bu çağda çeşitli tanrı tasvirleri de görülmektedir. Bu tasvirler ve dini sahneler silindir mühür baskıları üzerinde yer alır. Bu çağa ait çivi yazılı tabletler de önemli ipuçları vermektedir. Bu çağın Karum adı verilen Anadolu’daki önemli merkezlerinden bir kaçı Kültepe, Acemhöyük, Alişar, Boğazköy’dür.



9 – HİTİT UYGARLIĞI: M.Ö. 1800 – 1200. Hititler M.Ö. 2. Bin yılın başlarında Orta Asya’dan Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelmişler. M.Ö. 1800’lerde bir varlık olarak ortaya çıkmaya başlamışlardır. Başkentleri Boğazköy’dü. Hitit İmparatorluk Çağında tasvirli sanat eserlerinde yeni bazı özellikler görülür. Büyük boy kabartmalar, heykeller ve orthostatlar Anadolu’da ilk defa bu dönemde görülür. Aynı üsluba göre yapılmış altın, fildişi, tunç ve taştan tanrı heykelcikleri ve kabartmaları da önemli bir yer tutarlar. Hititler Anadolu’nun yerli bir özelliği olan damga mühür sanatını geliştirmişlerdir. Çanak çömlek sanatı Asur Ticaret Kolonileri Çağında görülenlere oranla gerileme gösterir. Kap şekilleri, boya ile süslü vazolar azalmış teknik gerilemiştir. Fakat çeşitli dini motiflerle bezeli ve dini bir olayı yatay frizler halinde gösteren kabartmalı iri vazoların (İnandık vazosu gibi) önemli örnekleri bu dönemde verilmiştir. Tabletler de bu dönemde boldur.



10 – EGE GÖÇLERİ: Yunanistan, Adalar ve Anadolu M.Ö. 2. Binin ikinci yarısında çok önemli tarihsel ve toplumsal olaylara sahne olmuştur. Troia savaşı ( yaklaşık M.Ö. 1240 ), Hitit Krallığının yıkılması ( yaklaşık M.Ö. 1190 ), Dorların Yunanistan’ı istilası ( yaklaşık M.Ö. 1200 ) ve Firiglerin Anadolu’ya gelmeleri bu dönemde olmuştur. Toplumların bölgedeki bu hareket ve yer değiştirmelerine Ege Göçleri adı verilir.

11 – GEÇ HİTİT ŞEHİR DEVLETLERİ: M.Ö. 1200 – 700. Ege Göçleri ile yıkılan Hitit İmparatorluğunun yerini Geç Hitit Şehir Devletleri almışlardır. Bunların bazıları Kargamış, Zincirli, Karatepe, Malatya, Sakçagözü ve Maraş’tır. Bu dönemde Hitit çivi yazısı yerine yine Hititlere özgü olan Hitit resim yazısı tek başına kullanılmıştır. Geç Hitit Şehir Devletlerinin merkezlerinde şehir surlarının kapıları, saraylar, resmi binalardan bazıları dik duran kabartmalı taşlar ( orthostatlar ) ve hiyeroglifli yazıtlarla süslenmiştir. Eski ( M.Ö. 1200 – 950 ), Orta ( M.Ö. 950 – 850 ), Son ( 850 – 700 ) olarak üç safha gösteren bu dönemin, özellikle, orta ve son safhasına ait olan sanat eserlerinde komşuları ve düşmanları olan Asur etkisi görülür. Geç Hitit Şehir Devletlerinin Anadolu arkeolojisi ve sanatındaki en önemli anlamı çeşitli iniş ve çıkışlarla Hitit sanatını M.Ö. 700 yıllarına kadar yaşatmış olmasındadır.



12 – MİKEN UYGARLIĞI: M.Ö. 1600 – 1200. Yunanistan’ın M.Ö. 2. Bin sakinleri olan Akhaların yarattığı uygarlıktır.

13 – SUB MİKEN DÖNEMİ ya da KARANLIK ÇAĞLAR: M.Ö. 1200 – 1050. Miken Uygarlığı Dorların Yunanistan’a gelmeleri ile önemini kaybetmeye başlamış ve bölge karanlık bir döneme girmiştir. Karanlık Çağlar adıyla da anılan ve Sub Miken adı verilen bu dönemde Miken vazo sanatı sanat ve teknik özelliklerinden çok şey kaybetmiş olarak bir süre daha devam etmiştir.



14 – İON UYGARLIĞI: M.Ö. 1050 – 300.

15 – GEOMETRİK DÖNEM: M.Ö. 1050 – 700. Bu dönemin sanatı başlangıçta dış etkenlere bağlı olmadan kendi kendine oluşan ve gelişen bir sanat görünümündedir (*). Bu sanatı simgeleyen geometriklik özellikle vazo resimlerinde hakim olan geometrik şekil ve özellikten ileri gelmektedir. Bu sanat bilginler tarafından Dorlara mal edilmektedir ve Grek sanatının başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

15a1 – PROTO – GEOMETRİK ÜSLUP: 1050 – 900. Geometrik sanatın başlangıç dönemi. Bu döneme ait eserler ve buluntulardan toplumun yaşantısıyla ilgili bilgiler edinilememektedir. Bu döneme ait vazolar Akha geleneğine bağlı Sub Miken vazolardan sonra belirmeğe başlamışlardır. Olgun bir teknikte yapılmış olan bu vazoların açık renkte dış yüzeyi siyah parlak bir boya ile yatay şeritler veya frizlere ayrılmakta, bu şeritlerin içleri sayıları fazla olmayan düz hatlar, iç içe geçen daireler ya da dalgalı hatlar ile doldurulmaktadır. Şematik bir şekle sokulmuş at tasvirlerine ise çok seyrek rastlanmaktadır. Bu üslubun en tipik özelliği bezeme ile vazo biçimi arasında tam bir uygunluk olmasıdır. Yeknesaklığı ile göze çarpan Akha keramiklerinin tersine olarak bir takım bölgesel farklar gösteren bu çeşit vazolar Atina’da hızlı ve sürekli bir gelişim geçirmişler ve geometrik vazoları meydana getirmişlerdir.



15a2 – GEOMETRİK ÜSLUP:

İlk Geometrik ( M.Ö. 900 – 800 )

Olgun Geometrik ( M.Ö. 800 – 740 )

Son Geometrik ( M.Ö. 740 – 700 )

Geometrik vazoların yüzeyleri yine yatay frizlere ayrılmakta, bunlar dikey çizgilerle kare ya da dikdörtgen alanlar veya metoplara bölünmekte, bu metopların içi zigzag hatlar, gamalı haç, meandr motifi, düz ve dalgalı hatlar gibi motifler ve geometri şemasına uydurulmuş hayvan ( Yunanistan’daki vahşi ve evcil hayvanlar ) ve insan motifleriyle doldurulmakta. O dönemdeki tapınaklarda görülen ahenkli şekil ve oranlar bu vazo kompozisyonlarında da sezilmektedir. Geometrik üslup yalnız keramiklerde değil, sanatın başka dallarında da kendini göstermektedir. Madeni eserler ( iğne başları, çeşitli kaplar vb. ), tunçtan ve kilden yapılmış hayvan ( en çok at ) ve insan heykelcikleri de geometrik üslubun örneklerini verirler. Geometrik dönemde bacaklar ve baş daima profilden, göğüs önden resmedilirdi. Geometrik figürler, özellikle koşarken, düşecekmiş hissini verirler.



15b – ORİENTALİZAN DÖNEM: M.Ö. 720 – 650. Doğu etkisinin başladığı dönem. Geometrik dönemden Arkaik döneme bir geçiş aşaması oluşturur. Sanatçılar bu dönemdeki etkilenmeleri ürünlerine bir uyarlama biçiminde almışlardır. Aslan, sfenks gibi hayvanlarla palmet, lotüs gibi bitki motiflerini eserlerinde kullanmışlardır. Bu motifler yalnız siyah siluet şeklinde değil, iç ayrıntılarıyla birlikte resmedilmişlerdir. Yine bu dönemde düz ve köşeli hatların yerini yuvarlak ve eğri hatlardan meydana gelen bezekler almıştır. Bütün bu etkilenmeler geometrik üslubun kuruluk ve sertliğinin giderilmesinde başlıca etken olmuştur.



15c – ARKAİK DÖNEM: M.Ö. 650 – 480. Bu dönemin en belirgin ürünleri kore ve kuros heykelleridir. Patlak gözler, parmakların kalın ve uzun oluşu, kaşların gözlere paralel bir ay teşkil etmesi, gözlerde hiçbir mananın bulunmaması, gövdede katı frontal bir duruş oluşu, ciddi, kaba ve detaydan yoksun bir işleme tarzı.

İlk Arkaik ( M.Ö. 650 – 580/ 570 )

Olgun Arkaik ( M.Ö. 580/ 570 – 540/ 530 )

Son Arkaik ( M.Ö. 540/ 530 – 480 )



15D – KLASİK DÖNEM: M.Ö. 480 – 330.

İlk Klasik ( Sert Üslup ) ( M.Ö. 480 – 450 )

Olgun Klasik ( M.Ö. 450 – 420 )

Zengin Klasik ( M.Ö. 420 – 390 )

Geç Klasik ya da II. Klasik Dönem ( M.Ö. 390 – 330 )



16 – URARTU UYGARLIĞI: M.Ö. 900 – 600. Doğu Anadolu’da Van Gölü çevresinde ve Güney Kafkasya’da gelişen uygarlık. Başlıca merkezleri Van ( Tuşba – Başkent ), Toprakkale, Adilcevaz, Çavuştepe, Patnos, Altıntepe’dir. Urartular özellikle mimarlıkta ve maden işçiliğinde ustaydılar. Tunç işlerinin sanat değeri yüksektir. Kendilerine özgü bir tapınak ve saray tipleri vardı. Taş işçiliğinde becerikliydiler. Büyük salonların, odaların kerpiç duvarları birbirlerine zıt canlı renklerde, çeşitli geometrik ve bitkisel motiflerle, hayvan boğuşma sahneleriyle boyalıydı. Bol sütunlu, bir çok bölmeleri bulunan yapıları Yakın Doğu’nun mimarlık tarihinde önemli yer tutar. Bir eve benzetilen oda mezarları hem yapı tekniği, hem ölü gömme gelenekleri ve ölü hediyeleri bakımından önemlidir. Urartular büyük ölçüde Asur sanatının etkisinde kalmışlar, fakat kendi kişiliklerini de belirtmesini bilmişlerdir. Doğu Anadolu’nun bir çok yerinde büyük su kanalları, suni göller inşa etmişlerdir.



17 – FİRİG UYGARLIĞI: M.Ö. 750 – 680. Anadolu’ya Makedonya ve Trakya’dan boğazlar yoluyla gelen Firiglerin M.Ö. 8.yy’dan itibaren geliştirdikleri uygarlık. Yıkılan Hitit şehirlerinin harabelerinin üzerine kendi şehirlerini kurmuşlardır. Başkentleri Gordion’du (bugünkü Yassıhöyük ). Diğer önemli merkez ise Midas’tı. Eski Ankara’nın içinde ve çevresinde de önemli şehir kalıntıları ve Tümülüsler keşfedilmiştir. Boğazköy, Alacahöyük, Eski Yapar, Maşathöyük, Karahöyük, Pazarlı da Firig buluntuları vermişlerdir. Firig uygarlığında Tümülüsler önemli yer tutardı. Özellikle Gordion ve Ankara çevresindeki Tümülüsler önemlidir. Bu Tümülüslerin inşa tarzı, ölü gömme usulleri ve hediyeler ana çizgileriyle bir birlik gösterirler. Firig çanak çömleği çoğunlukla çeşitli boyalarla süslenmiştir. Motiflerin çoğu geometriktir. Fakat insan, hayvan, kuş gibi çeşitli varlıklara ait sahneler de görülmektedir. Firigler maden işçiliğinde de ustaydılar. Kalıba dökülerek yapılmış maden eserler, kemer tokaları, kazanların ağız kenarlarında görülen insan ve boğa başı heykelleri önemlidir. Tahta eşya üzerinde oyma ve kakma tekniği ile yaptıkları geometrik motiflerin zenginliği ve teknik yüksekliği de dikkat çeker. Bu uygarlık yıkıldıktan sonra da sanatı yaklaşık M.Ö. 300’e kadar devam etmiştir. Stil özelliklerine göre Firig sanatı beş evre göstermektedir.

Erken Evre M.Ö. 750 – 730

Geçiş Evresi M.Ö. 730 – 725

Olgun Evre M.Ö. 725 – 650

Sub Geometrik Evre M.Ö. 650 – 575

Geç Firik Evresi M.Ö. 575 – 300



18 – LİDYA UYGARLIĞI: M.Ö. 680 – 546. Lidyalıların Lidya bölgesinde geliştirdikleri uygarlık. Lidyalıların bu bölgeye geliş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bölgenin merkezi Sardes’ti. Lidyalıların en büyük buluşu sikkeyi icat etmeleridir. Özellikle M.Ö. 600 – 550 yılları arasında sanatta doruğa ulaşılmıştır.



19 – LİKYA UYGARLIĞI: M.Ö. 600 – 300. Anadolu’da M.Ö. 600 – 300 tarihleri arasında gelişip yayılan uygarlıklardan biridir. Anadolu’nun güney – batı köşesinde Likya olarak isimlendirilen bölgede kayalara oyulmuş mezarlarla özgünlüklerini vurgulamışlardır. Likya mezarları taştan yapılmıştır. Fakat ahşap mimarinin özelliklerini taşımaktadırlar. Cepheleri tıplı bir ahşap evin yüzü gibi işlenmiştir. Bazen iki tarafları da kayadan dışa taşkın vaziyettedirler. Kayadan tamamen ayrılmış olanları ve dört tarafı görünenleri nadirdir. Damları düz dam şeklindedir. Bazılarında damlar sivri kemerli bir tonoz gibi yapılmıştır. Kule şeklinde mezarlara da rastlanır. Harpiler anıtı gibi. Likyalılar taş heykel ve kabartmaları açık ve parlak renklerle boyarlardı.



20 – ANADOLU’DA PERS EGEMENLİĞİ: M.Ö. 700 – 546.

21 – HELLENİSTİK ÇAĞ: M.Ö. 330 – 30.



22 – ROMA ÇAĞI: M.Ö. 30 – M.S. 395.



23 – BİZANS ÇAĞI: M.S. 395 – 1453.



24 – SELÇUKLU UYGARLIĞI: 1071 – 1300.



25 – OSMANLI UYGARLIĞI: 1300 – 1923.





Kaynak: Arkeoloji Sözlüğü, Secda Saltuk

Bağımsız Rehberler Platformu

14 Ocak 2014 Salı

Neden Enpara.com ?

Merhaba arkadaşlar. Bugün hangi konuyu yazsam derken uzun zamandır kullanmakta olduğum ve memnum olduğumenpara.com‘u mutlu bir müşteri olarak sizlere tanıtmaya karar verdim.

Hemen hemen hepiniz görmüşsünüzdür Televizyonda veya internet üzerinde belirli dönemlerde fıldır fıldır dönen enpara.com reklamlarını. Reklamlarda daha çok %10 zengin faizi yönü ile ön plana çıkmakta;ama ben faiz yönünden ziyada reklamlarda fazla göremediğimiz ve tüm banka hesabı kullanıcılarının oldukça işine  yarayacak olan EnPara vadesiz hesaplarının diğer banka hesaplarından farklı olan güzel yönlerine değineceğim.

Enpara-com

Öncelikle özetlemek gerekirse başlığımızı nedir bu enpara.com soruscuna cevaben:
EnPara.com
FinansBank bünyesinde bulunan Türkiye’deki ilk ve tek dijital bankacılıktır.Bugüne kadar banka dediğimizde şubesi olan resmi kuruluşlar gelirdi aklımıza enpara.com’un ise şubesi yok ve şubesi olmamasının müşteri açısından bir çok avantajı var.

Nedir Bu Avantajlar?
Herhangi bir kart başvurusu için şubeye gidip saatlerce sıra beklemenize gerek yok. Enpara.com adresi üzerinden veya telefonla Kart başvurularınızı direk olarak yapabiliyorsunuz.
Olaki Enpara.com müşterisiniz ve Enpara.com hesaplarınızı iptal ettirmek istiyorsunuz. Normal bankacılıkta bu  ancak hesabınızı açmış  olduğunuz şubeye gitmeniz ile mümkündür,Enpara.com’da ise iptal talebinizi telefonla arayarak iletmeniz yeterli olacaktır.
Şubesi olan bankalarda işin birde diğer görünmeyen yanı vardır.Nasıl ki devlet halkından alınan vergiler ile ayakta duruyorsa;şube sistemine sahip,dijital olmayan bankalar şubelerinin,kira,elektrik,su,doğalgaz,mobilya,gişe çalışanı mâşı,kahve,evrak ıvır zıvır aklınıza gelebilecek bir çok tutarı müşterilerine EFT/Havale ,Kart Kullanım Ücreti,Hesap Kullanım Ücreti v.b. isimler adı altında yasal prosedür şemsiyesi altında yansıtarak çıkartırlar. Enpara.com’da ise şube olmadığı için masraf çok azdır ve bu sayede müşterilere herhangi bir Kart Basım ücreti/Kart Kullanım Ücreti / Hesap İşletim Ücreti ,bazı bankaların acayip derecede kabarık fiyatlar sunduğu EFT/ Havale işlemlerine herhangi bir ücret alınmıyor.

Yukarıda belirttiklerim maddi avantajlar zaten konusunun sonuna doğru özetleyeceğim,gelin şimdide manevi avantajlara bakalım manevi ne avantajı olur demeyin  beni dinleyin.
Diğer Bankalar
Ülkemizde bankacılık sektöründe her ne kadar rekabet olsa da ve hatta bu rekabete uluslararası çalışan global bankalarda dahil olmuş olsa da işin şu gerçekleri vardır canım ülkemde.

Bankanın müşterisi olana kadar canım cicim havası misali kibarlıktan yarılırlar bankanın müşteri hizmetleri,anne sanki 3 yaşındaki çocuğunu seviyorcasına tavırları güzeldir,sevecendir,ikna edicidir.Tâki siz onların müşterisi olana kadar müşteri olduktan sonra adınızı dahi hatırlamazlar sizi kolay kolay tanımazlar. Artık müşterimiz oldun elimize düştün misali pat diye hesap işletim ücreti,kullanım ücreti yüksek Havale,EFT ücreti bindiriler eşeğe yük bindirilmesi misali. Bir sorun olur ararsınız adam akıllı ilgilenmezler. Hatta bazı bankalar vardır müşteri temsilcileri yarım saattir beni boşa uğraştırdın deme nezaketinde dahi bulunurlar müşterilerine. Kimi bankaların çağrı merkezinde çalışan bayan müşteri temsilcileri ise azarlarcasına bir hitap şekli vardır müşteri üzerinde otorite kurcak sanar sesi duyan ( şaşılacak durum ama gerçekten var 6 bankanın aktif müşterisi olmuş birisi olarak neyin ne olduğunu görüyorum. ).Kimi banka ise Şubesine gidersin tıklım tıklımdır sanki her gün emekli mâaş günü sanırsın,tabi yığılı olmayan şubesini ararsın ama ne yazık ki yoktur onlar çok çalışırlar bu yüzden şubelerine bereket yağar tıklım tıklımdır,bakarsınız tek çare telefon bankacılığı ararsınız benim gibi tam 17 dakika beklersiniz verirler bir müzik bebeğe ninni söyleyerek uyutma edasında bekle babam bekle sanırsın ki telefon yeni icat olmuş  ve santral sistemi var sırası ile herkes görüşmeye alınıyor,17 dakika dile kolay  biraz azaltsam 15 dk desem dahi çeyrek saat .Birde normal bankalarda şu dandik durum var o kadar sıra beklersiniz gişeden ufak bir işlem için sorunu anlatırsınız gişedeki bön bön bakar uzun süredir çalışan birisi değil ise ki genelde değildir bu yüzden bankacılıkla bilgisi pek yoktur yandaki gişeye sevk eder bizi,yan gişe olmasa beyfendi ben bilmiyorum yandaki şubemize yönlendireyim sizi dahi derler şaşmam.

Diğer bankaların manevi yönüne değinecek iken maddi yönüne değindiğimi sanıyorsunuz;ama hiçte öyle değil.Diğer bankaların çoğu için parası olmayan  daha doğrusu normal maaşı bir müşteri ile çuvalla parası olan müşterilerine çok farklı davranırlar,çuvalla  parası olan müşteriler yukarıda bahsi geçen sorunları yaşamazlar. Ne sıra beklerler,ne telefon bankacılığında dakikalarca beklerler nede onlara karşı kaba veya ilgisiz konuşan onları kâle almayan müşteri temsilcileri vardır.Zengin olmayan müşteriye bir başka bankanın müşterisi gibi davranılır adeta.

Daha Fazlası İçin Kaynak: http://hayalcin.com/neden-enpara-com.html

30 Aralık 2013 Pazartesi

Son işyerinizden neden ayrıldınız?



İş görüşmeniz çok iyi gidiyor. İçinizden ‘oldu bu iş’ diye düşünmeye başladığınızda hiç gelmemesini umduğunuz o soru çıkageliyor: “Önceki işyerinizden neden ayrıldınız?” Birden aklınıza eski yöneticinizle çatışmalarınız geliyor. Zaten dolmuşsunuz, yaşananları bütün detaylarıyla ortaya döküyorsunuz. Sonuç: İş olmuyor.

Yöneticiyle anlaşmazlık, haklarını alamama, ücret düşüklüğü ve gelişme/yükselme imkânı olmayışı işten ayrılma kararlarında en çok etkili olan sebepler. En fenası da yönetici yüzünden tatsız bir şekilde ayrılma ki sonraki iş görüşmelerinde ayağınıza dolaşabilecek, hassas bir konu. Kötü ayrıldıysanız işiniz daha da zor.

Gerçek ortaya çıkabilir

Bazı adayların yaptığı gibi işi kaybetmemek için yalan söylemek etik olma konusu bir yana, riskli bir hareket. Açıklamalarınız işe alım uzmanını tereddüde düşürebilir; onu inandırsanız bile sırrınız referans kontrolü aşamasında ortaya çıkabilir. Sonuç: Firmanın kara listesine hızlı bir giriş… Referans görüşmelerinde oldukça kapsamlı bir araştırma yaptıklarını söyleyen Deloitte İnsan Kaynakları Direktörü Ebru Pilav, bir önceki işten ayrılma nedenini özellikle sorguladıklarını, yanlış ya da eksik bilgi verilmesinin sürecin olumlu sonuçlanmasını etkileyebildiğini söylüyor. Yönetici, olumlu bir işten ayrılma süreci tecrübe edilse de şirketten ayrılış nedeninin kişiselleştirilmeden ve açık bir şekilde paylaşılmasını tavsiye ediyor.

PwC İK Danışmanlığı İşe Alım Hizmetleri Lideri Mert Emcan da adaylara şeffaf ve dürüst olmalarını önerdiklerini, gerçeği gizlemekten ziyade neyin nasıl olduğunu mantık çerçevesinde izah etmenin, adayın bu deneyimden neler öğrendiğini ve kendini nasıl geliştirdiğini göstermesinin doğru olacağını söylüyor.

İfade şekli daha önemli

Son işyerinden el sıkışarak değil kavgalı ayrılmış olmak ya da çıkarılmak iç açıcı bir durum olmasa da sizin bunu nasıl yorumladığınıza, olayın kendisinden daha çok dikkat ediliyor. Adaylara karşılaştıkları bir ret cevabı karşısında umutsuzluğa kapılmamalarını öneren Pfizer Türkiye İnsan Kaynakları Müdürü Özgür Koyuncu, adayın işten ayrılmış ya da çıkarılmış olmasının onlar için başlı başına bir değerlendirme kriteri olmadığını, adayın bu durumu nasıl ele aldığı ve açık iletişim ile nasıl aktardığının önem taşıdığını anlatıyor.

TAV Havalimanları İnsan Kaynakları Müdürü Didem Oral da adaylara bir olayı ya da konuyu aktarırken, karşı tarafı yaralayıcı, karşı tarafa zarar verici bir dil kullanmamalarını, yaşadıkları olayı ve bunun kendi hayatlarında yarattığı etkiyi net bir şekilde ortaya koyarak aktarmalarını öneriyor. Oral, “Dikkat ettiğimiz nokta, ayrılma kararı alırken kişinin, durumu tüm boyutları ile rasyonel bir şekilde değerlendirip değerlendirmediği, çözüm yaratmak için olası tüm yolları deneyip denemediği, kendi ve çevresindeki olay ve kişilerle ilgili farkındalığa sahip olup olmadığı” diyor.

Olumlu bakış açısı isteniyor

Her ne olmuş olursa olsun kişinin işten ayrılırken takındığı tutum, işveren için önemli ipuçları veriyor. Manpower Bölge Müdürü Süheyla Kulualp, adayın bu durumu lehine bile çevirebileceğini şu sözlerle aktarıyor: “İşverenler pozitif yaklaşıma sahip, olumlu ilişkiler kurup yönetebilecek takım üyesi arıyor. Adaylar ayrılma sebebini eski işyerleri, işverenleri ve iş tanımlarını kötülemeden, tümüyle olumlu hava içinde ve ne yaşamış olurlarsa olsunlar, yaşadıklarını değil özne olarak gelecek beklentilerini ön plana çıkararak ifade ederlerse en negatif işten ayrılma sebebinin bile makul karşılanabildiğini görmekteyiz. Bu durum, insani ve olumlu tutumu ile iş arayana artı puan dahi kazandırabilir.”

Son işyerinden ayrılışı anlatırken bunlara dikkat:

- Eski işyeriyle ilgili özel bilgiler paylaşmamalı (finansal durum gibi)

- Fazla duygusal olmamalı

- Olumsuz ifadeler kullanmamalı

- Kişiselleştirmemeli

- Eski işyerini kötüleyici sözlerden kaçınmalı

- Fazla detaya girmemeli

- Mantıklı, akılcı bir karar olduğunu hissettirmeli

- Bütün olumsuzluklara rağmen çözümcü davranmış olduğunu göstermeli

18 Aralık 2013 Çarşamba



Depresyon 'yaşlanmayı hızlandırıyor'



Araştırmalar, depresyonun yaşlanmayı hızlandırdığını ortaya koyuyor.

Araştırma sonuçları ciddi depresyon geçiren veya geçirmiş olanların hücrelerinin biyolojik olarak yaşlandığını gösteriyor.

Hücre yaşlanmasıyla bağlantılı telomer uzunluğu, hastanın sigara içmesi gibi başka faktörlerle açıklanamıyor.

Molecular Psychiatry adlı dergide yayımlanan araştırmada, 2 binden fazla kişide benzer bulgulara rastlandı.

Uzmanlar, ağır depresyona girenlerin yaşlanmaya bağlı kanser, diyabet, obezite ve kalp rahatsızlıklarına yakalanma risklerinin de arttığını söylüyor.

Bu, alkol kullanımı ve egzersiz eksikliği gibi yaşam tarzıyla bağlantılı nedenlerden de kaynaklanıyor olabilir.

Depresyonun hücre sağlığını da etkilediğinden şüphelenen bilim insanları 2 bin 407 kişi üstünde araştırma yaptı.

Hollanda VU Üniversitesi Tıp Merkezi’nde görevli Josine Verhoeven ve ABD’li araştırmacıların seçtiği gönüllülerin üçte biri depresyondaydı, üçte biri daha önce depresyon geçirmişti, geri kalanlar ise hiç depresyona girmemişti.

Hücre yaşlanmasının araştırılması için, gönüllülerin kan örnekleri laboratuvarda inceleme alındı.

Araştırmacılar, telomer adı verilen hücrelerin yapılanlarındaki değişiklileri gözlemledi.

Telomer uzunluğu
Teleomerler DNA’yı oluşturan kromozomların uçlarındaki yapılara verilen ad. Telomerler, hayati öneme sahip genetik kodların istem dışı kaybını önlüyor. Hücreler bölündükçe, telomerler de kısalıyor. Telomer uzunluklarındaki değişiklikler de hücre yaşlanmasıyla bağlantılı.

Depresyondakilerde veya daha önceden depresyon geçirenlerdeki telomerlerin, hiç depresyona girmeyenlere oranla daha kısa olduğu görüldü.

Bu farkın, yoğun alkol tüketmek ve sigara içmek gibi yaşam tarzlarına bağlı değişikliklere gidilmesine rağmen belirgin olduğu gözlemlendi.

Kronik ve en ağır depresyon belirtilerine sahip hastalarda telomer uzunluğunun diğerlerine kıyasla en kısa olduğu belirtildi.

Araştırmacı Dr. Verhoeven ve ekibi, kısa telomerlerin vücudun depresyon nedenlerine bir reaksiyonu olduğunu söylüyor.

Bilim insanları, “Bu geniş çaplı araştırma, depresyonun özellikle kronik ve ciddi belirtiler taşıyan hastalardaki yıllar süren biyolojik yaşlanmayla bağlantılı olduğuna dair ikna edici kanıtlar sunuyor” dedi.

Stresin telomer uzunluğu üzerindeki etkilerini inceleyen Birmingham Üniversitesi’nde görevli uzman Dr. Anna Phillips ise telomer uzunluğunun ölüm riski gibi kilit öneme sahip belirtileri öngöremediğini söylüyor.

Phillips ayrıca, yalnızca ağır depresyon geçirenlerdeki semptomların telomer uzunluklarıyla bağlantılı olabileceğini ifade ediyor.

16 Kasım 2013 Cumartesi



TEB: Bakanlığı göreve çağırıyoruz


Türk Eczacıları Birliği Başkanı Erdoğan Çolak, ilaçta kalitenin düştüğü iddialarına ilişkin, ''Sağlık Bakanlığını ilaçların kalitesi, iyi üretim uygulamalarına uygunluk, biyoyararlılık, biyoeşdeğerlik denetimleri için acilen göreve çağırıyoruz'' dedi.
ANKARA - TEB Merkez Heyeti Başkanı Erdoğan Çolak, Türk Eczacılar Birliği 39. Olağan Büyük Kongesi'nde yaptığı konuşmada, eczacılık mesleğinin sorunları, örgütlenme ve gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İlaçta bir bulunabilirlik ve kalite sorunu yaşadıklarını anlatan Çolak, bunda ilaçları sadece bir meta olarak gören, ilaçlara sağlık ürünleri değil, ticari ürünler olarak yaklaşan ilaç firmalarının da büyük sorumluluğu olduğunu söyledi.

Gelinen noktada, ilaç fiyatlarına son 10 yılda 294 kez indirim geldiğini hatırlatan Çolak, hükümetin ilaçta tasarrufun bir yöntemi olarak ortaya sürdüğü global bütçenin, herkesi etkilediğini, ancak ilaç şirketlerinin bu etkiyi en aza indirmek için eczacılara, yani ürettikleri ürüne değer kazandıranlara yöneldiğini, ticaret hukuku teamüllerini bir kenara atarak ticari iskontoları geri çektiklerini ve zarardan kar etmeyi seçtiklerini kaydetti.

“İLAÇLARIN KALİTESİ DÜŞTÜ” İDDİASI
İkinci bir konunun da en az ilacın bulunabilirliği kadar vahim olduğunu dile getiren Çolak, şunları söyledi: ''Dün Türkiye’nin en büyük ilaç şirketlerinden birisinin Yönetim Kurulu Başkanı fiyatlandırma ve kur politikası nedeniyle ilaçların kalitesinin de düşmekte olduğunu, ilaç etken maddesini alınması gereken yerden değil, daha düşük kaliteden satandan aldıklarını, kalite düşünce ilacın tesirinin azaldığını, eskiden problemli ilaçların oranının yüzde 1 iken şimdi yüzde iki olduğunu açıkladı. Bunlar yabana atılır ifadeler değil, üzerinde ciddiyetle durulması ve düşünülmesi gereken sözler. Durum bu ise biz üzerimize düşeni buradan yüksek sesle dillendirmek istiyoruz: Sağlık Bakanlığını ilaçların kalitesi, iyi üretim uygulamalarına uygunluğu, biyoyararlanım, biyoeşdeğerlik denetimlerinin yapılması için acilen göreve çağırıyoruz. Bunun da ötesinde, ilaç fiyatlarındaki düşüşlerin ne boyutlara varabileceği, ne sonuçlar doğurabileceği gerçeğini görerek ne kaliteden, ne bulunabilirlikten ödün vermeden ilaç piyasasının yeniden düzenlenmesi konusunda bir irade bekliyoruz. Başta sabit döviz kuru olmak üzere, ilaç fiyatları ve kamu kurum iskontoları mutlaka yeniden düzenlenmelidir. Bu adımlar sürdürülebilir bir ilaç ve eczacılık hizmeti için atılması zorunlu adımlardır''

BAZI İLAÇLARIN GENEL SİGORTA KAPSAMINDAN ÇIKARTILMASI
Son günlerde gündeme gelen, 2008 itibariyle Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda yer alan tamamlayıcı sağlık sigortası konusuna değinen Çolak, ''Bizler ilacın gerekli, çok gerekli, az gerekli gibi sınıflara ayrılmasına da, iki farklı sigorta sistemi ile başa çıkmak zorunda bırakılmaya da itiraz ediyoruz. Ayrıca mikropların olduğu kadar sağlığın da kapısı olan ağız ve diş sağlığının tamamen genel sigorta kapsamına alınmasını ve diş hekimlerimizin serbest eczaneler gibi kamuyla anlaşma yapmasını beklerken bunların tamamlayıcı sigorta kapsamında değerlendirilmesini de hasta sağlığı açısından son derece yanlış buluyoruz'' dedi.

''BÜTÇEDEN ŞİKAYETÇİYİZ''
Bütçenin halktan ''ilaçların aşırı kullanımı, tedavi masraflarını gereksiz şişiren muayeneler gibi unsurların sağlık giderlerimizi artırıyor'' yönünde şikayeti olduğunu belirten Çolak, sözlerini şöyle tamamladı: ''Bütçe halktan şikayetçi ama biz de bütçeden şikayetçiyiz. Bir kere ilaç giderlerini en baştan sabitleyen global bütçe uygulamasında ilaç şirketlerinin zararlarını eczacıların cebinden karşılamak için ticari iskontoları kaldırmasından ve stok zararlarını ödememesinden şikayetçiyiz. İkincisi, ilaç fiyatları sürekli ucuzladığı için piyasaya ilaç sürülmemesinden şikayetçiyiz. Üçüncüsü, bu fiyatlar karşısında eczacıyı korumak için yeterli olacak önlemlerin alınmamasından, eczane yaygınlığının sağlığın korunmasının bir güvencesi, eczacının da sağlık sisteminde işbirliği yapılması gereken bir partner olarak görülmemesinden şikayetçiyiz.''

10 Kasım 2013 Pazar



Alanında özgün 4 kitap yazan, Dünya’nın değişik ülkelerini de kapsayan 811 konferansta konuşma yapan, çok sayıda uluslararası ve ulusal makalesi olan, hem hekimlikteki kariyeri ile Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı hem de Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Uzmanlığıyla Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora dersleri veren Dr. Nesrin Çobanoğlu, her biri ilgi uyandıran geniş katılımlı konferanslarını, çıkar çıkmaz tükenen kitaplarını, Gazi Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’ndeki çalışmalarını ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı aynı zamanda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Nesrin Çobanoğlu, başarılı bir kadın hakları savunucusu. Farklı fakültelerde uzmanlık almasının nedenlerini, eğitim hayatı boyunca birinciliklerle dolu başarılarını ve neden “etik” üzerine çalıştığını Sağlık Dergisi’ne anlatan Doç. Dr. Çobanoğlu, hayatın bazen bir cümleye göre yönlendirilebileceğini söylüyor. Doç. Dr. Çobanoğlu, eşinin Murat Belge’nin Tarihten Güncelliğe kitabından aktararak “Somut Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edilmeli mi?” sözünün, hayatının temel taşı haline geldiğini kaydetti. Kendi ağzından çok yönlü başarılarını, hayatını ve yaşadıklarını dile getiren Doç. Dr. Çobanoğlu şunları anlattı:

“Aslen Gaziantepliyim ancak babamın işi nedeniyle Elazığ’da doğdum. Benden önce 5 çocukları vardı, hepsi üniversitedeyken ben boş kalan evde özlemi hafifletmek ve sevilmek için doğurulan son çocuğum. Doğduğumda kardeşlerim üniversitede okuyordu ve hepsinin ortak özellikleri herkes kendi okulunun birincisiydi. Babamın hala konuşulan ve kullanılan buluşları vardır. Bende üniversiteye kadar hep birincilikler ve birçok başarı ödülleri aldım. Üniversiteye o kuşağın tüm hekimleri gibi ilk binlerde yer alıp, ilk tercihimi kazanarak başladım.

En Büyük Şansım Ailem
En büyük şansımın ailem olduğunu düşünüyorum. Kocaman kütüphanesi olan bahçeli, havuzlu bir evde, sıcak sevgi ve bilinçli bir ilgiyle büyüdüm. İyi eğitimli ve akıllı ablalarımın varlığı her zaman en büyük hazinemdir. Ben doğduğum yıl, en büyüğümüz olan Abim, İTÜ Elektrik Mühendisliğinden mezun olmuş. Öğretmen olan Nermin Ablamın müziğe ilgisinin bana yansımasıyla, 11 yaşında keman dersleri almaya başladım. Böylece, üniversiteye kadar klasik keman çalmayı öğrendim. Gazi Üniversitesi’nden mezun alanında öncü olan Modacı Pervin Ablam sayesinde tüm hayatım boyunca hep özel tasarlanıp, hazırlanan giysi ve takılarımla kendimi çok özel hissettim. Onlarla sohbet etmeye alıştığım için, hala o yaş kuşağıyla daha iyi anlaşırım.

Öğrenmeyi Hep Sevdim!
Herhangi bir konuda çalışırken, zorunluluk olarak değil, severek öğrendim. Ben bunu öğreneceğim özgüveniyle pozitif baktım, sıkılmadım. Öğrenmek varoluş nedenim gibiydi. Öğrenmeyi hep sevdim!

Etiği Seçmem Tesadüf Değil
Cerrahpaşa Tıp Fakültesini seçme nedenim, Cerrahpaşa’nın adı, İstanbul ve deniz birlikte olduğu için ilk tercihimdi. İstanbul bir Dünya kentidir. Tıp okurken ilk zamanlar anatomi ve fizyolojiyi ilgiyle öğrendiğimde, sokakta insanlara bakarken, kemikleri, kasları, damarları ve sinirlerine kadar vücudu biliyor olduğumu düşünür, hekimliğin ayrıcalığını hissederdim. Derslere devamlılığa dikkat ederdim. Ancak not tutmazdım. Duyduklarımı ve gördüklerimi asla unutmam. Derslerle ilgili merak ettiğim konuları, araştırır ve okurdum. Cerrahpaşa’da o dönem sınav sistemindeki değişiklikler nedeniyle de olsa gerek, altı yıl boyunca hiçbir sınavda hiçbir zaman. hakkına kalmadan geçen 8 kişiden biri olarak, gazetelere haber olmuştuk.

Üniversite okul olmasının dışında bir kültür ortamıdır. Ders çalışırken, tıp kitapları okurken onların yazarını da araştırırdım. Sınav için çalışmazdım. En yoğun sınav dönemlerinde bile felsefe kitapları okurdum. Yani bir tür “Tıp Felsefesi” diyebileceğimiz Tıp Etiği’ni seçmem tesadüf değildi. Okulda her zaman başarılıydım. İlgilendiğim çalıştığım konularda deliler gibi “tutkuyla” çalışarak hızlı öğrenmek, öğrenmeyi sevmek, çok hızlı okuyabilme yeteneğim ve güçlü hafızam şansım oldu.

Birinci Sınıfta İlk Doğumumu Yaptırdım
Üniversitede öğrenci evimin duvarları maviydi, geniş, sıcak ve okulun tam karşısındaydı. Penceremin altındaki ağacın dalları arasında, üniversitenin üzerinden denizi görüyordum. Evimin okula yakın olmasından dolayı nerdeyse her gece acil, kadın doğum ve cerrahi alanlarında gönüllü nöbetlere giderdim. İliklerime kadar hekim olmanın keyfini yaşayarak geçen bir eğitim sürecim oldu. Birinci sınıfta ilk doğumumu yaptırdım! Bu süreçte birçok cerrahi vakayı uygulamalı olarak, pratiğiyle birlikte öğrendim. Böylece teoriyi görerek ve uygulayarak öğrendim.

Hekimlikte “Pardon” Yoktur
Tıp fakültemizde ameliyatları öğrenciler izleyebiliyordu. Bende sık sık izlemeye giderdim. Ameliyathanenin üstünde çepeçevre orayı görebildiğiniz camlı bir bölme vardı. Ses bağlantısı da olduğundan, görerek ve dinleyerek eğitim vakalarını izlememiz mümkündü. Kadın doğum ve cerrahinin ortak yaptığı, 16 yaşında karnında kitle olan genç bir kızın ameliyatı vardı. Cerrah bistürüyü vurdu, su fışkırdı. Kız hamileymiş. Cerrah bisturiyi fırlatıp, ameliyathaneden öfkeyle çıktı! Cerrah, ameliyata başlamadan gebelik testinin yapılıp yapılmadığını sormuştu, duyduk. Ancak kadın doğum hocası, hastanın tanıdığı bir ailenin bakire kızı olduğunu söyledi. Bu vaka benim için çok eğitici oldu. Tıpta insanla uğraşıyoruz, her zaman her şey olabilir. İkisi de halen Türkiye’nin önde gelen saygın ve ünlü ismi olan ve o yılların parlak genç hocalarıydı. Bu ameliyatla alanında başarılı olsa da herkesin hata yapabileceğini gördüm. Hekimlikte “Pardon” yoktur. Mükemmel olmak zorundasınız. Her zaman!

“İlk Aşkım Olan Eşimin, Gözlerine Baktığımda Aşkı Hissettim”
Eşim Murat ile tıp fakültesinde 1. Sınıfta tanıştım. 17 yaşındaydım ve eşimi ilk gördüğümde aşık oldum. Gözleri, simsiyahtı. İçinde binlerce yıldız olan aydınlık siyah çekik gözler! Ama hep onu görünce kaçtım. Kendimden, beni sarsan duygularımdan korktum! Ve o çok çapkındı. Dört kişi birlikte nöbetlere kalıyorduk. Murat bana aşık olduğunu söyledi. Daha önceleri başkalarına dediğim gibi “hayır” demeliydim, diyemedim. Cevap vermeden kaçtım.

“Somut Bir Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edildi” Murat Belge
Bir hafta sonra ortopedi dersinde Murat geç geldi ve ben dersi dinlerken yanıma oturdu, ellerimi tuttu ve yüksek sesle “Ne diyeceksin bana! Ben dayanamıyorum artık. “Evet” mi “hayır” mı?”dedi. Hocamız Prof. Dr. Nişan dersi kesti; anlayışlı ve sevecen bir ses tonuyla bu “deli”kanlı ile beni sorunumuzu çözmemiz için dışarı gönderdi. Sonrasında okuldan çıktım, ilk gelen otobüse bindim, Murat’ta arkamdan geldi. Otobüste parayı Murat verdi, muavin bana “yenge” dedi. Ben çok kızdım tabii. Aklım “hayır” derken kalbim “evet” dememi istiyordu. Yaman bir çelişki! Kitapçıya girdik, birkaç kitap aldım. Bu esnada, Murat Belge’nin kitabından “Somut bir bugün, soyut bir yarın uğruna feda edildi” cümlesini gösterdi. Sonrasında da kararımı vermemde ve yaşam felsefemde bu sözün derin etkisi oldu. Tıp fakültesi bitmeden evlendik.

Askerde Eşime Çuvallar Dolusu Mektup Yazdım
O yıllarda ansızın konulan Mecburi hizmetle Nevşehir’e gittik. Ben hastane aciline, Murat ise “iriyarı” olduğu için cezaevine atandı! Cezaevi doktorluğu o yıllarda konulan bir kadroydu. Murat, Hakkari Şemdinli Derecik mevkiinde askere gitti, ben 4-5 aylık hamileydim. İran, Irak ve Türkiye sınırındaki bir dağın tepesindeki karakolda Jandarma komando olarak askerlik yaptı. Güneş harekat bölgesi ve çatışmaların en çok olduğu dönemdi. Yolu yok, telefonu yok ve tehlikeli bölge. Murat askerdeyken sabah, öğlen ve akşam mektup gönderdim. 3-4 ayda bir helikopterle çuval içerisinde pirinç, un gibi gıdalar giderken; bunlar da “Dr. Murat’ın mektupları” diye, çuvalla mektuplarım gidermiş.
Hamileliğimin çoğunda yalnızdım, doğumuma eşim 3 günlüğüne geldi ve hiç uyumadı. Nüfus dairesinde, canım oğluma en çok hangi isimle seslenmek istediğimi düşünüp, karar verdim; “Murat Can” ! Murat 18 ay sonrasında askerden döndüğünde, kucağımda bebeğimizle karşıladım.

Cezaevinde İşkenceye Karşı Mücadele!
Askerden dönen eşim, yine cezaevinde göreve başladı. Ancak o dönem cezaevinde çok farklı olaylarla karşılaştı. O dönem 12 Eylül sonrası, cezaevleri sağcı ve solcu birçok genç insanla doluydu. Bizzat başsavcı tarafından sakat kalmalarına neden olabilecek biçimde Şiddet uygulanan mahkumlara, işkenceyi belgeleyen rapor veren Murat’a ağır baskı uyguladılar. Saldırdılar. Olayların dışa yansımaması için baskı gördük. Ancak yine de yılmadık, mücadele ettik. Sonunda da şiddet olaylarının gündeme getirilmesini sağladık ve o kişiler yargılandı. Ceza aldılar. Böylece o dönemde işkenceye karşı çıkan, bu nedenle çok sıkıntı yaşayan ilk hekimlerden olduk. Türk Tabipler Birliği ve Birliğin o zamanki Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek bize çok destek verdi. Başsavcı, “böyle bir şey yok” derken, Fişek tarafından Bakanın masasına konulan raporlar ve filmlerle hesap sorulunca, kendi dövdüğü mahkumlarla ilgili olaya dava açmak zorunda kaldı. Gardiyanlar yargılandı, ceza aldılar. Bizlerde görevi kötüye kullanmaktan yargılandık. Beraat ettik. Murat’ın suçu darp ve işkence raporu vermek ve belinde kırık olan iki mahkumu hastaneye sevk etmekti (görevini yapmak), benim suçum ise raporları TTB aracılığıyla Bakan’a iletmekti. Zaten dava bu raporlar sayesinde açılmıştı. Çelişkiye bakar mısınız? O yıllarda, Nokta, Tempo Arena gibi dergilerde “Hekimlik Onuru’nu savunan Hekimler” olarak kapaktan haber olduk. Toplumsal destek ve hekimlerin desteği hep yanımızdaydı. 1989 yılında Dr. Cengiz Kılıç Tıp Ödülü ile İnsan Hakları ve Demokrasi Ödülü Murat Çobanoğlu’na verildi. Ödülü alırken “Sadece “hekim” olarak görevimi yaptım” dedi. Biz sadece mesleğini çok seven, onurunu koruyarak doğruyu yapan hekimlerdik. Bedeli bazen çok ağır olabiliyor.

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Sınavı ile Tabip Odası Seçimleri Aynı Dönemdi
Kamu yönetimi ve siyaset bilimini okumaya bu yaşadıklarımdan sonra karar verdim. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi, TODAİE denilen kurumda “Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi” mastır programına başvurmak üzere, ÖSS tarafından yapılan bir sınava girdim. Hekim olarak, sınava girmem için yasal bir engel yoktu, ancak “kazanamazsınız” dediler. Konular çok farklıydı. Aynı yıl içinde tabip odası seçimleri de vardı. On gün arayla sınava da girdim, seçimlere de katıldım. Sınavı ilk sıralarda kazandım. Ankara Tabip odası yönetim kurulu üyeliğine ve genel sekreterliğe seçildim.

Ankara Tabip Odasının En Genç ve İlk Kadın Genel Sekreteriyim
Nuriye Ortaylı ve Füsun Sayek ile birlikte TTB’nin ilk kadın komisyonunu kurduk, Beyaz yürüyüşü yaptık. Ben sıradan bir hekim olarak yaptıklarımla seçildim, hiçbir zaman ideolojik bir duruşum olmadı. En genç ve ilk kadın genel sekreter olarak, kızlık zarı kontrollerine karşı hekim tutumu ve TUS negatifler konularında aktif rol oynadım. TUS kazanamadıkları halde, yurt dışına gidip birkaç ay sonra ülkemize asistan olarak dönenenleri engelledik ve bu haksız durumun önüne geçtik. Oldukça aktif bir dönemdi.

Siyaset Bilimi ve Etik Çalışmalarım
Ben master yaparken eşim Beyin Cerrahisi asistanlığına başladı. O dönem Prof. Dr. Yaman Örs, “Tıp Etiği” kavramını ilk kez Türkiye’nin gündemine getirdi. Konuşmasını dinledikten sonra hekim kimliğimle var olabileceğim, hem de kamu yönetimi ve siyaset bilimi birikimimi birlikte kullanabileceğim alanın “Etik” olduğuna karar verdim. Hekimlik, bütün ilgi alanlarım ve felsefeyi buluşturan, bana en uygun alan diye düşündüm. Sınavlara girdim ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Etik çalışmaya başladım. Tıp ve siyasaldan öğrendiklerimi, hekimlik deneyimim ve Tabip Odası Yönetimindeki birikimimi birlikte yoğurdum ve yepyeni bakış açıları kazandım. Ayrıca, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi uzmanlığını dereceyle bitirenler arasından seçilerek, Almanya’nın Berlin Eyaleti İçişleri Bakanı tarafından, Almanya’nın yerel yönetimlerini incelemek üzere burslu olarak davet edildim. Berlin Duvarı yeni yıkıldığı için bugünün Berlin’inden farklı, iki Berlin’i birlikte görebileceğim özel bir dönemdi.
Gazi’de WHO, WMA, MSIC’in önerdiği eğitimle uyumlu; Evrensel Tıp Etiği Eğitimi
Başkent Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi’nde Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’nın kuruculuğunu yaptım. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde şu anda verdiğimiz etik eğitimi WHO, WMA, MSIC’in önerdiği eğitim biçimiyle uyumlu, evrensel standartlarda bir tıp etiği eğitimidir. Dönem1,2,3 ve Dönem dörtlerde 1 yıla yayılan staj dersi var.

“Toplumsal Dinamikleri Harekete Geçiren Kadın”
Human Rights Watch 1993 dünya raporunda hakkımda “Toplumsal dinamikleri harekete geçiren kadın” diye söz eder. Kadına desteği olan insanlardanım. Bir hastane başhekimi 17 yaşındaki bir hemşireyi makamında tokatlıyor. Olayı duyan eşim ve arkadaşları, şiddet olayına karşı hastanede gösteri yaptı. Bende bu olay ile ilgili tarafsızlık ilkesi gereği karışmadıklarını söyleyen kesimlere yönelik “Tarafsızlık” üzerine bir yazı yazdım. “Tokatlanan güçsüz bir kişi var ve bu durumda susmak zaten güçlü tarafı seçmektir”. Eşitler arasında tarafsız kalınır. Bir taraf çok güçlüyken, diğer taraf zayıfsa bu durumda tarafsız kalınamaz.
Gazi Üniversitesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi AD Başkanlığımın yanı sıra Gazi Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü dönemi kadın hakları konusunda akademik ve aktivist kimliğimin buluştuğu bir görev olmuştur. Sayısız önemli etkinlik ve Türkiye’de ilk kez Gazi Tıp Fakültesi’nde, Özerk yapıda kurulan “Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Birimi” o dönemde yaşama geçmiştir.

Hayatımın Sac Ayağı
Hayatımı oluşturan önemli öğeleri sac ayağına benzetirim. Bunlar; ailem, işim ve spordur. En güç koşullarda bile ailemi ihmal etmedim. Sorunları aşmak için, sevgiyle bakmak gerekiyor. Evimin kapısından girdiğim anda işteki güncel sorunlardan arınırım, şarteli kapatırım. Yemeğimi kendim yaparım. Murat, sevgi dolu ve pozitif olmasaydı bunları başaramazdım. Ailemle birlikte olduğum zaman net olarak onlarla birlikteyimdir. Eşim ve oğlum yattıktan sonra çalışırım. İşimde yaşadıklarımı evime yansıtmam. Oğlumun her şeyiyle ben ilgilendim. “İnsanın hırsı ve aklı belli bir dengede olmalıdır. Hırsı aklının bir milim bile ötesindeyse bedeli çok ağır olur” sözü benim için çok etkili olmuştur. İnsanın hırsı motive edici güçtür. Dengeyi iyi kurmak gerekir. Arada “mavi fırtına” kavgalar yaşansa da hep çok sevdiğim ilk askımla evlenmek ve oğlumun varlığı mutluluğumdur. Her haliyle çok sevdiğim ama sıra dışı ulusal ve uluslararası başarılarıyla defalarca tescillenen zekasıyla oğlumun annesi olmaktan gurur duyuyorum. Şu anda Oğlum da Carnegie Mellon Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği ve Pittsburg Tıp Fakültesinin ortak doktora programında, tam burslu “ilaç tasarımı” üzerine çalışıyor ve yine dönem birincisi oldu. Henüz 23 yaşında ve yayına kabul edilen 4 SCI makalesi var.

Sporun Mücadeleci Yapıma Büyük Etkisi Oldu
Sporda lisanslı olarak, atletizmde üniversiteler arası müsabakalarda ikinciliğim var. Judoyu eşim sevdiği için başladım. Judo da eşim, oğlum ve benim derecelerimiz vardır. Lisanslı dağcıyım. Dağcılık azim ve kararlılığımı oluşturmada çok etkili olmuştur. Dağa tırmanırken yola asfalt dökmüyorlar, zirveye giden yola tırmanmak gerekiyor. Dağcılık, hekimlik gibi hata affetmez, bazen sizin hatanız olmasa da koşullar nedeniyle çok güç anlar yaşayabilirsiniz. Bu anlarda bazen, “Ne işim var burada” diye düşünürüm sonra zirveye ulaştığımda, uzaklara bakıp, o sessizlikte, “başarmanın sadeleştiği durumda” ama gururla; güven içinde evde oturan TV izleyen insanların yasayamadığı çok özel anlar yasadığımı düşünürüm. Tırmanırken zirveye ulaşacak yolda engellere değil, zirveye kilitlenirim “go for it!” derim. Dağcılık, çok sevdiğim felsefe alanına ilgimi boyutlandıran katkılar sunmuştur. Ayrıca, Kayağı 15 yaşındayken, Uludağ’da 1 günde öğrenip, hocamı şaşırtmıştım.
Datça’da Etiğin Doğduğu Yerde “Etik Akademisi” Kuracağım
Datça’da bahçe içerisinde taş bir binada “Etik Akademisi” kurma hayalim var. Hekimliğin meslek olarak doğup, geliştiği ve felsefenin anayurdu olan bu topraklarda nar ve portakal ağaçları içerisinde bir akademi kuracağım.

“Ben Öğrencilerime Güveniyorum”
Hayatımda beni çok duygulandıran ve iyi ki bu işi yapıyorum dediğim iki olay var. Birisi, Toplumsal Etik Derneği tarafından TÜBA’nın kurucusu Dünyaca ünlü bilim kadını Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ın elinden “Türkiye Etik Ödülü”nü almamdır. Diğeri ise, öğrencilerimden gelen geri bildirimlerdir. Sadece Türkçe Tıp Öğrencilerime yılda 260 saat ders veririm. İngilizce Tıp ve Doktora derslerimi saymıyorum bile; yine çok yoğun sabahtan akşama aralıksız çalıştığım bir gün, dersten geldim ve “Neden bu kadar çalışıyorum, kimse farkında bile değil” diye düşündüm. Masamda mesaisi bittiği için çıkan sekreterimin bıraktığı, öğrenci geri bildirimleri zarfını gördüm. 200 kişilik sınıftan, 150 tane bana özel yazılmış görüşün olduğu zarfı açtığımda o kadar güzel sözlerle karşılaştım ki gözlerim doldu. Çok iyi bir iş yaptığımı anladım. Beni gururlandıran mutluluklar öğrencilerimin başarılarıdır. En büyük başarım, geleceğin “iyi hekimleri” öğrencilerimdir.

Bir Yaşama Birkaç Hayat Sığdırmak
Hedeflerimi önce kafamda belirlerim, insanların ne dediğini dinlemem sonunda da yaparım. Özgüven çok önemlidir. ABD’de ders verdim, oradaki öğrencilerle buradaki öğrencilerim arasında gözlemlediğim en temel farklardan birisi; burada tıp öğrencileri çok zeki, oradaki öğrencilerin ise özgüveni çok yüksek. Buradaki öğrencilerin özgüvenini yükseltmemiz gerekiyor. Şu anda Gazi Tıp Fakültesi’nde çok iyi bir tıp etiği eğitimi verilmesi için uğraşıyoruz. Tıp fakültesine ilk geldiğim dönem, 4. sınıfların derslerine ilk girdiğimde, bildikleri soruları bile yanıtlamaktaki çekingenliklerinin nedenini sorduğumda; bir ders önce bir hoca tarafından kendilerine “saksı kafalılar” denildiğini söylediler. İşte öğrencilerin özgüveninin yok olmasına neden olan bir örnek. Bir tıp hocasının meslektaşlarına hitabı acı ama gerçek. Onların her biri geleceğin hekimleri ve çok değerliler. Öğrencilerime karşı etiği öğretme sorumluluğum ve sevgi bağım vardır. Sizin yarışınız birbirinizle değil, kendinizin rakibisiniz derim. Ayrıca dakik olmaya özen gösteririm. Yoksa bir yaşama birkaç hayat sığdıramazdım. Yaşamayı, üretmeyi ve hayatı seviyorum. Hayatı dolu dolu yaşıyorum.

Tıp Etiği Alanında 4 Kitap Yazdım
Kitaplarımla ve öğrencilerimle iz bırakmak istiyorum. “Söz uçar yazı kalır”, Hekimliğimin ilk gününden bu yana (kamu yönetimi alanıyla birlikte) toplam 811 konferansta konuşma yaptım. Ancak kitaplarımın benim için ayrı bir yeri vardır. “Tıp Etiği”, “Kuramsal ve Uygulamalı Tıp Etiği” ve yakın zamanda çıkacak olan “Biyoetik – Biyopolitikalar” isimli kitaplarım benim en güzel hazinelerim. Ayrıca, 21 kitap bölümü yazdım. Bir de Editörlüğünü yaptıklarımdan ve yine hemen tükenen “Etik Kurullar” kitabını önemsiyorum.

Tarhun Otu ve Faydalarına İnanırım
Hititler zamanında, fırtına tanrısının “kutsal otu” olarak bilinen “Tarhun otu”nu, taze ya da kuru olarak çok severim ve yemeklerimde kullanırım. “French Taragon” denilen, Ankara ve Antep’te yetişen, tıbbi bitkilerde de birçok yararı bilinen bir bitki. Bir de kefir yoğurdunun yararına çok inanıyorum. Yakın çevreme yemeleri için mayasını dağıtarak yaptırıyorum. Dünya mutfakları ilgimi çeker. Pek çok ülkenin mutfağını yerinde tattım ama Antep Mutfağı Favorimdir. Yemek yapmayı, yeni tatlar yaratmayı severim. Ekşi ve tatlı kuru meyvelerle tatlandırılan geleneksel Osmanlı yemeklerini günümüze uyarlamayı seviyorum. Portakal kabuğu ile tatlandırılmış bonfile çok hoş bir lezzet oluşturuyor. Ekşi ve tatlıyı özlerini koruyan biçimde aynı yemekte birlikte tatmayı seviyorum

Hayatımda iz bırakan kitap, film ve müzikler vardır
Tüm uğraşlarımı ve hayatımdaki her şeyi seviyorum. Okumaktan zevk aldığım Nikos Kazancakis’in yazdığı “Zorba”, Richard Bach’in “Martı”, Platon’un “Diyaloglar” ve “Devlet”, Hans Reıchenbach’ın “Bilimsel Felsefenin Doğuşu”, Dr. Frank Vertosick’in “Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün” ve Balzac’ın “Iki yeni Gelin” isimli kitapları beni etkileyen yapıtlardır. “Hair Musical-Bırak Güneş İçeri Girsin” ve “Hayat güzeldir” filmleri hayatımda iz bırakmıştır. Müzikte de klasik caz dinlemeyi severim, Sting ve Leman Sam’ ı çok beğenirim.”
Yazar: Esra Öz